Blog Açıp 3 Yazı Yazıp Bırakanların Anatomisi
Bir gece aniden gelir. İlham, motivasyon, vizyon... Hepsi bir arada belirir. Kafada fikirler uçuşur. “Ben artık yazacağım” denir. Domain alınır. Hosting bağlanır. Tema seçilir. Logo yapılır. Sosyal medya hesapları açılır.
Ve ilk yazı yazılır. Heyecanla. Büyük hevesle. Biraz özensiz ama çok içten. İkinci yazı daha az coşkuyla. Üçüncü yazı ise sanki mecburen.
Sonra bir sessizlik başlar. Panel açılmaz. Yazılar güncellenmez. Analytics sıfıra düşer. Beklenen trafik gelmez. Ve blog... unutulur.
Bu yazı, işte o 3 yazıdan sonra sonsuz sessizliğe gömülen blogların psikolojik, yapısal ve dijital otopsisini çıkarıyor.
1. Motivasyon Sandığı Şey Aslında Dopamin Patlamasıydı
Blog açan çoğu kişi, yazmak istediği için değil, başlamak istediği için başlar. “Blogum var” demek güzeldir. Ama blog yazmak, yazmak demektir. Yazmak ise bir sabır işidir, disiplin işidir. Ve çoğu kişi o sabrı değil, o alkışı sever.
İlk yazının ardından gelen beğeni ve yorumlar bir dopamin fırtınasıdır. İkinci yazıda düşer. Üçüncüde kaybolur. Ve kişi şöyle der:
“Kimse okumuyorsa neden yazayım ki?”
İşte blogun ölümü o anda gerçekleşir.
2. Blog Açmak Kolay, Sürdürmek Zordur
Teknoloji, blog açmayı o kadar kolaylaştırdı ki; artık bir blog sahibi olmak 15 dakikalık bir işlem. Ama yazı üretmek hâlâ zor. İçerik planlamak, araştırmak, yazmak, düzenlemek, yayına almak… bunlar dijital dünyanın görünmeyen maratonudur.
Ve blogu açan çoğu kişi aslında “koşmaya” değil, sadece “başlangıç çizgisinde görünmeye” hazırdır.
3. İçerik Takvimi Yoksa Yazı da Yoktur
İlk 3 yazı genellikle heyecanla yazılır. Ama sonrasında içerik fikri kalmaz. Çünkü içerik üretimi bir strateji işidir. Yazı başlıkları önceden belirlenmeli, takvimlenmeli, temalar haftalara yayılmalı… ama çoğu blogcu şunu yapar:
- İlk gün: "Merhaba blog dünyası!"
- İkinci gün: "Yazmak bana iyi geliyor."
- Üçüncü gün: "Bugün ne yazsam?"
Ve dördüncü gün... yazmaz. Çünkü plan yoksa, ilham gelmez. İlham gelmeyince blog yazılmaz.
4. Herkes Okuyacak Sandılar
Birçok yeni blog yazarı, ilk yazısında şunu bekler:
“Yazımı herkes paylaşacak. Belki viral bile olur.”
Ancak gerçek şu: Hiç kimse yeni bir blogu keşfetmez. SEO yapılmamışsa, içerik sosyal medyada yayılmamışsa, hiçbir arama motoru seni fark etmez. Ve bu acı gerçek, ilk üç yazıdan sonra yazarı kırar.
Çünkü blogun en acımasız yönü şudur: İlgi görene kadar kimse yokmuş gibi çalışman gerekir.
5. Yazmakla Konuşmak Arasındaki Farkı Anlayamadılar
Çoğu kişi sosyal medyada yazdığı gibi blog yazmaya çalışır. Ama blog yazısı; bir tweet değil, bir diyalog değil, bir içerik mimarisidir. Okuyucuyu sürüklemeli, bilgi vermeli, aramalarda bulunmalı, sadakat yaratmalıdır.
Ancak çoğu kişi şunu fark eder:
“Blog yazmak sosyal medyada yazmaya benzemezmiş.”
Ve bu farkı anlayanlar ya profesyonelleşir, ya da 3. yazıdan sonra bırakır.
6. Dijital Sessizliğe Gömülen Blog Mezarlığı
Blog İsmi | Yazı Sayısı | Son Yazı Tarihi | Terk Nedeni |
---|---|---|---|
yolunbasi.com | 3 | 15 Mart 2021 | Kimse okumadı |
deneyimgunlugu.net | 2 | 2 Ekim 2020 | Motivasyon bitti |
parlakfikirler.org | 4 (3 + 1 taslak) | 30 Aralık 2019 | Konu fikri kalmadı |
minimalhayat.xyz | 1 | İlk gün | Yazı bitmeden sıkıldı |
Blog Yazmak, Kendi Sesinle Konuşma Sanatıdır
Yazmak kolay değildir. Blog yazmak hiç değildir. Çünkü blog; görünmez bir okura, belirsiz bir gelecekte ulaşacak bir mektup gibidir. Ve çoğu insan, sesinin yankısını duyamadığında konuşmayı bırakır.
Ama blog yazarı, yankı beklemeden yazmalıdır. Çünkü esas yankı, zamanla oluşur.
3 yazı yazıp bırakanlar başarısız değil, hazırlıksızdır. Hazırlıksız yola çıkan, ilk fırtınada rotayı şaşırır. Ama hazırlıklı olan, her yazıyı bir tuğla gibi dizer. Ve sonunda... bir okur, bir gün o duvarı keşfeder.
Ve işte o zaman blog gerçekten başlar.